Şimdi geçmişe dönüp bakacak olursam galiba ölürken bir pişmanlığım olmaz.
Çok huzurlu bir hayat yaşadığım söylenemez ama yine de bu şekilde ölmek istemezdim en azından on sekizinci doğum günümü kutlamak isterdim.
Bu güne kadar hiç doğum günü kutlamamıştım ama bir kereliğine de olsa onlarla beraber gülümsemek isyiyordum.
Aslında hayatım bencilliklerimle doluydu.Onları kullanmak için başta yakın davranmıştım zamanla onlarda bana sıcak davranmaya başlamışlardı. Belki beni gördükleri ilk gün benden nefret etmişlerdi ama en iyi arkadaşlarım olmuşlardı.Benim ailem olmuşlardı.
Annemi hatırlamıyorum gittiğinde çok küçüktüm babamsa sürekli yurt dışında işleriyle meşguldü. İlk okula başladığım zamanlarda diğer çocukları bu yüzden çok kıskanırdım.
Her zaman okul birincisiydim ama arkadaşım yoktu tuhaf olduğumu düşünüyorşardı, haklılardı da. Çünkü gerçekten tuhaf şeyler görüyordum. Masela kuyruklu insanlar, havada süzülen ateşler...
Aslında her şey altı yaşında merakıma yenik düşmemle başlamıştı. Kimsenin adını duymadığı küçük bir mahalle okuluna "Antik Yunanca" öğretmeni gelmişti ve daha okumayı yeni öğrenen biz bir de bunu öğrenicektik. Ders boyunca aynı şeyi tekrar etmiştim "Ya ne alaka, ne alaka??" Ama gerçekten Japonya'da böyle biri neden vardı? İşte merakım yüzünden araştırmaya başlamıştım.
Bay Brain uzun boylu orta kilolu biriydi en dikkat çekici özelliğiyse sakallarıydı. Haftada iki ders bizimle beraberdi. Nedenini anlamadığım şekilde Bay Brain, sınıfın en tembel öğrencisiyle özel olarak ilgileniyordu. Hıh sanki bir şey anlıyordu da anlatıyordu. Kış bitince Bay Brain ilk defa şapkasını çıkarmıştı ve sınav notlarımızı okumuştu düşünebiliyor musunuz ben yetmiş almıştım büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım ama Bay Brain'e bakınca hayal kırıklığının yerini şaşırma almıştı çünkü kafasında bir çitf at kulağı vardı.
İyice delirmeye başladığımı düşünüyordum, galiba sonum akıl hastahanesiydi. Zaman zaman Bay Brain'i takip etmeye başlamıştım bir gün elindeki bir madeni parayı su birikintisine atmış ve birileriyle konuşmuştu bu işte bir iş vardı ya iyice delirip halisünasyonlar görüyordum ya da gerçekten haklıydım ve gün yüzüne çıkarılması gereken sırlar aydınlatılmak üzere beni bekliyordu ancak hiç bir şey güzel gitmiyordu babam yurt dışında bir trafik kazasında ağır yaralanmıştı.
Babamın sekreteriyle beraber okulu bırakarak Rusya'ya gelmiştim burada beni hayatımdaki en değerli insanlardan biri olan Sam Hudson karşılamıştı. İlk tanışmamız oldukça kötüydü.
Doktor Hudson'u hırsız zannedip havaalanını birbirine katmıştım ama asıl hırsız insanların arasına karışmış bir kikloptu. Doktor kiklopun peşinden koştuğumu görmüş daha yeni silinen kaygan zeminde düşmemem için beni tutmuştu ama ben onu hırsızın ortağı olmakla suçlamıştım. İşte böyle tanışmıştık.
Aslında şimdi hatırlayınca nedense mutlu oldum şu başımdakilerde neden güldüğümü anlamaya çalışıyorlar artık öldürecrkseniz öldürün neyi bekliyorsunuz demek istiyorum ama sesim çıkmıyor bu o adamın işi olmalı. İhanet edilme korkusu yüzünden kimseye kolayca güvenemiyordum bazen iyi bir şeydi ama bazende çok kötüydü insanlar duygusuz olduğumu Doktor Hudson'sa çok hassas biri olduğumu söylerdi.
Benim en büyük hatam ona güvenmekti belkide, Doktor haklıydı merakım yüzünden zarar görüceğimi ben daha çok küçükkenden söylemişti ama dinlememiştim. Şimdiyse merağım yüzünden ona güvenmiştim. Galiba Doktor burada olsa bana acırdı ve işte duymayı en sevdiğim ve en nefret ettiğim ses bana sesleniyordu.
"Iana."
O kim miydi? Elindeki bıçakla her an arkamı dönmemi bekleyen ölümün fısıltısıydı. Acının içinde ilaç, alevin içinde suydu belkide tutunduğum son daldı ve işte şimdi gidiyordum.
"Elveda Claude."
Elveda sevgimi hiçe sayan insan.
Okuduğunuz için teşekkürler!
Ziyaretçilerimize Reklamlar göstererek Inkspired’ı ücretsiz tutabiliriz. Lütfen AdBlocker’ı beyaz listeye ekleyerek veya devre dışı bırakarak bizi destekleyin.
Bunu yaptıktan sonra, Inkspired’i normal şekilde kullanmaya devam etmek için lütfen web sitesini yeniden yükleyin..