Yaşama sevincimi kaybettiğim zor zamanlardan geçiyordum. Kıyısında oturduğum gölün bir parçasıydım sanki. Sessizliğin verdiği huzuru yüreğimde hissedemiyordum maalesef. İçimde taşmaya hazır öfkeli bir deniz vardı. Öfkemi bir fırtınaya da benzetebilirdim. Önüne gelen her şeyi yutup parçalayan, çok şiddetli bir fırtınaya...
Son zamanlarda buraya günlük hayatımda bulamadığım o huzuru bulmaya geliyordum. Sessizliğin verdiği şefkat beni kucaklasın istiyordum. Bir anne şefkati miydi aradığım, emin değilim. Son zamanlarda aramızın pek de iyi olmadığı annemle sık sık görüşmezdik. Ondan uzakta olmak nadiren canımı acıtsa da babamın kaybından sonra yaşadığımız sebepsiz kavgalardan daha iyiydi yokluğu. Aslında buna alışmıştım da. Yeni kocasıyla mutlu olduğu sürece benden uzak dururdu ve ben de ancak o zaman iyi olurdum. Ebeveynlerim olmadan uzun bir süre idare etmiştim, bundan sonra da edebilirdim.
Yüreğimdeki hırçın deniz biraz daha durgunlaştığında gölün verdiği huzurla kucaklaştım. Uzun zamandır özlemini çektiğim huzur artık benim bir parçamdı. Hafif bir esintiyle gölün yüzeyi hareketlendiğinde doğanın bir parçası gibi hissediyordum. Su gibi olmalı ve akışına bırakmalıydım hayatı. Taze bahar kokusunu burnuma getiren havayı içime çektim. Kim bilir hangi çiçekten gelen kokuları taşımıştı rüzgâr bana. Derin derin alıp verdiğim her nefeste daha da hafiflerken biraz evvel duyduğum öfkemden arınıyordu ruhum.
"Su gibi ol Dilşah." dedim kendi kendime. "Su gibi."
Gözlerimi kapatıp hışırtılarını duyduğum yaprakları, taze bahar kokularını burnuma getiren rüzgârı ve en çok da benzemek istediğim suyun sesini dinledim. Şırıl şırıl diyebilirdim suyun sesine. Ancak o kadar yatıştırıcı bir etkisi vardı ki ninni söyleyen bir mırıltı da diyebilirdim buna. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Kendimi göldeki suyun bir parçası olarak görüyordum. Şiddetli fırtınaları gördüğü zaman öfkeyle köpüren bir denize dönüşüyor, sakinleştiği zaman hafif bir yelin etkisiyle dalgalanıveriyordu.
"Ben bir suyum." dedim.
Evet, ben bir suydum. Fırtınaların karşısında öfke kusan bir denizdim ben, huzuru arayan. Aradığım huzuru sonsuz bir denizde değil, küçücük bir gölde buldum. Ancak gölümün bir çarşaf gibi hareketsiz durmasından hoşlanmıyorum. Arada bir gölümü dalgalandıran bir esintiye ve bana huzuru getiren doğanın seslerine ihtiyacım var.
"Akışına bırak her şeyi." diyorum kendime. "Akışına bırak Dilşah."
Derin bir nefes alıp vermeliyim. Nefesler önemli, nefesimi kontrol etmeliyim.
"Su akar yolunu bulur."
Yavaşça alıp verdiğim nefeslerin arasında kendimi sakinleştirebildiğim için mutluyum. Öfkeyle kapadığım gözlerimi öncekinden çok daha farklı bir dünyaya açıyorum. Öfkeliyken güzelliğini göremediğim dünya bana güzelliğini sergiliyor. Şimdi mutlulukla seyrediyorum etrafımı. Çünkü artık huzurluyum.
Gün batmaya yüz tutarken daha fazla burada kalmamam gerektiğini düşünüyorum. Eve dönmem ve arkamda bırakmaya çalıştığım karmaşayla yüzleşmem gerek. Bazı şeylerin telafisi olabilir. Ancak bazı şeylerin olmaz. Kararımı verirken sakin olmam gerektiğini biliyordum. Bu yüzden sakinleşmek adına buraya gelmiştim. Şimdi sakindim ve bir karar verebilirdim. Biliyordum ki bu şehirden artık gitmeliydim. Çünkü bundan böyle burada bana yer yoktu. Ben fazlaydım bu şehre. Sanırım ne yapmam gerektiğini şimdi daha iyi biliyordum. Bugün bir kez daha terk edecektim bu şehri.
Ayağa kalkıp evimin yolunu tuttum. Geri dönerken düşüncelerle boğuşup duruyordum. Geçen yıl buradan ayrıldığımda hatıralarımı da arkamda bırakmıştım. Geri döndüğümden beri anılarımla yüzleşmek pek de iyi hissettirmiyordu. Artık fazla geliyordu bu şehir bana, ben de ona. O yüzden gitmeliydim. Bir kez daha anılarım hücum etti zihnime. Sadece bir yıl öncesinde olan şeyler ne kadar uzaktı şimdi. Geçen yıl o tokadı yediğimde gitmem gerektiğini anlamıştım. Dedim ya, bu şehir fazla geliyor bana diye. O yüzden kalamazdım burada.
Liseden mezun olduğumda gitmeye karar vermiştim ve bu kararım o zamanlar on yedi yaşında olan genç bir kızın yapabileceği en iyi tercihti. Çalışmak, iş hayatına atılmak, yalnız yaşamak ve bazı şeylerin kararını tek başına verebilmek için çok küçüktüm. Bağımsız olmak istiyordum ama evim bildiğim yerden uzaklaşmaya korkuyordum. Ancak buradayken ben nefes alamıyordum. Bu yüzden evden uzaklaşabilmek için tek çarem okulumdu. Çünkü kendim için başka bir çıkış yolu göremiyordum.
Hayat gailesiyle sürüklendiğim yaşamım okul, dershane ve ev arasında geçiyordu. Dört duvar arasına sıkışmış gibi hissediyordum ve gerçekten de öyleydi. Daralıyordum ve burada nefes alamıyordum. Özgür değildim ve bastırdığım duygularım yüzünden sürekli bir öfke içerisindeydim. Bazen patlamaya hazır bir bomba gibi hissediyordum ve bir gün kendime zarar verecek kadar kötüye gitmekten korkuyordum. Bu duygulardan da bu şehirden de kurtulmalıydım ve ben de tek çıkış yolu olarak gördüğüm okuluma öncelik verdim.
Okul ve dershane arasında geçen hayatım çok yıpratıcıydı. Hedeflerime ulaşmak için kendimle yarışıyordum. Üstelik sene sonunda gireceğim üniversite sınavının kaygısı da cabasıydı. Bu sınav olmadan tüm hayatım karanlıktaydı sanki. Sınavı kazanmak yaşadığım bütün sıkıntılardan kurtulmanın anahtarıydı benim için. Tünelin sonunda gördüğüm tek ışık bu sınavdı. Karanlıktan kurtulmak için yapabileceğim en iyi şey o ışığa ulaşmaktı. Bu yüzden lisedeki son yılımda çok çabaladım.
Her gün kendime hedefler koyarak istediğim noktaya ulaşmaya çalıştım. Bu süreçte yaşadığım en büyük zorluk okumaya karar vereceğim bölümle ilgiliydi. Buradan kesinlikle gidecektim. Ancak öylesine bir bölümü sırf gitmek için seçmeyecektim. Seveceğim bir alan bulacak ve oraya yönelecektim. Mutlu olmak için elimden geleni yapacak ve geleceğimi karanlıkta bırakmayacaktım.
Ne okumak istediğimi bilmediğim için ilk zamanlarda bunu düşünmek zor bir karardı. Ancak meslekler hakkında yaptığım araştırmalar ve iyi olan derslerim bir laboratuvar ortamında çalışmanın harika bir fikir olacağını düşündürdü. Ben de fen bilimlerine yöneldim ve bu alanda okuyabileceğim bölümler hakkında araştırmalar yaptım. Bundan sonrasını da akışına bıraktım ama çalışmayı hiç bırakmadım. Her gün hedeflerime ulaşmak için çabaladım. Bunda ne kadar başarılı oldum bilemem ama sonunda bir şeyleri başarabildim dediğim anlarım oldu. O anlarda yaşadığım küçücük mutluluklar, öncesinde yaşadığım bütün zorluklara değerdi. İşte o zaman bir şeyleri başardığımı gerçekten hissediyorum.
Sınavdan sonraki haftalardı sanırım. Yaz tatili boyunca kurtulmaya can attığım bu şehirden gitmek için günleri sayarken, bir yandan da gidebileceğim yerleri araştırıyordum. Ancak kimseye bu düşüncemi dile getirmedim. En başından beri gitme isteğimi kendime saklayarak sessiz kaldım. Mersin bana güzellikleriyle birlikte çok zorluklar da yaşatmıştı. Bazı şeyleri olduğu gibi bırakmak, daha fazlası için çabalamamak gerekirdi. Benim Mersin ile ilişkim de böyleydi. Daha fazlası için çabalayamazdım. Çünkü babam yoktu ve ben Mersin'e küsmüştüm. Bizim olurumuz yoktu, barışamazdık ve eskisi gibi olamazdık.
Eskiden çok sevdiğim Mersin'i geride bırakmak dertlerimden sadece biriydi. Babam hayattayken ailemle üç silahşörler gibiydik. Sadece biz vardık; babam, annem ve ben... Ancak ailemiz babamı kaybettikten sonra paramparça olmuştu. Annemin eskiden sahip olduğu sevecen tavırları ve çocuksu ruhu babamın acısına dayanamadığı için kaybolmuş ve yerini soğuk bir kişiliğe bırakmıştı. Uzun bir süre sonra annem hayatına yeniden birini alıp evlenmeyi düşünmeye başladı. Buna karşı değildim, her zaman onun mutlu olmasını isterdim. Ancak başkasını babamın yerine koyamazdım. Bu kadarı çok fazlaydı.
Zamanla yaşadığımız kopmalar artık çok ciddi bir boyuta ulaşıp da ben anneme "O adamı babamın yerine koyamazsın, o benim babam değil." diye çıkıştığımda aldığım tek yanıt sert bir tokat olmuştu. O anda içimde bir şeyler koptu. Tarif edemiyordum ama onarılamayacak kadar kötü bir şeyler olduğunun farkındaydım.
Annem evlenebilirdi, başkasını sevebilir ve yeniden bir hayat kurmak isteyebilirdi. Hayatının merkezine babamdan sonra bir başkasını koyabilirdi, fakat bunu benden isteyemezdi. Onunla aynı şeyleri yapmamı bekleyemezdi benden. Evlendikleri zaman Kıbrıs'a taşınacaklardı ve ben kendimi bu durumdan kurtaramazsam onlarla yaşamak zorunda kalacaktım. O tokattan sonra olmazdı, asla olmazdı. Annemle ben bir daha eskisi gibi olamazdık. Annemle de ilişkim Mersin'le olduğu gibiydi. Bizim olurumuz yoktu.
Üniversiteye gitmek için onların istediğinin aksine tercihler yapmaya koyuldum. İşe de Kıbrıs ve Mersin dışında gidebileceğim yerleri araştırarak başladım. Genelde dershanedeyken geleceği düşünerek zaman öldürürdüm. Her gün farklı yerler seçiyor ve onlarca şehir arasında kararsız kalıyordum. Laptoptan yaptığım araştırmalar aklımda bir soru işareti kalmadan seçim yapmama olanak sağladı. Sonunda belli başlı şehirler yer edindi zihnimde.
Günlerce, bazen haftalarca süren araştırmalar sonunda kendimi nerede görmek istediğimi düşünüp durdum. Yurt olanakları veya eve çıkma konusundaki seçeneklerime baktım. Hangi üniversitede daha iyi bir eğitim alabilirim diyerek kaygılandım. Bütün endişelerime rağmen sonunda en iyi seçeneklerimi belirleyip tercihlerimi yaptım. Lise son sınıftayken çektiğim tüm zorluklara değecek bir sonuç almayı umarak bekledim ve buna değdi de.
Günler sonra tercih sonuçları açıklandığında kendimle gurur duyuyordum. Çünkü öğrenci şehri olarak da bilinen Eskişehir'de Kimya bölümünü kazanmıştım. Uzun zamandır hayalini kurduğum şeyler gerçek oluyordu; hem sevdiğim bir işi yapabilecektim, hem de bu şehirden kurtulacaktım. Bunu söylerken ne kadar üzülsem de annemle de uzaklaşmalıydık, tıpkı bu şehir gibi.
Üniversiteyi başka bir şehirde okumak özellikle lisenin son yılında yaşadığım bunalımdan kurtulmam demekti. Annem kendine evlenerek Kıbrıs'ta bir hayat kurarken ben de okumak için gideceğim şehirde yeni bir hayata başlayacaktım. Annemin ilk başta karşı çıkmaları fayda etmedi, onu dinlemedim. Bir zaman sonra o da bana hak verdi. Tokat olayından sonra yanında olmak istemediğimi biliyordu ve engel olmaya çalışmadı. Ben babam sayesinde annem de dâhil kimseden beş kuruş istemeden geçinebilirdim. Okulumu düşünerek geleceğimi garanti altına almak isteyen babam bana yüklü miktarda miras bırakmıştı. Geleceğimi inşa etmem için banka hesabımda babamdan kalan iki yüz bin lira vardı. Eğitim hayatım boyunca kimseye muhtaç olmayacaktım. Bir iş bulmak gibi bir derdim olmayacaktı ya da gün bittiğinde maaşın yetmediği şeyler yüzünden üzülmeyecektim.
Öğrencilik hayatımın hakkını verecektim. Hem okuyarak hem kendime zaman ayırarak geleceğimi inşa etmek için elimden geleni yapacaktım. Geçen yıl Mersin'den ayrılırken kendime bu sözü vermiştim. Eskişehir'de geçirdiğim ilk yılda güzel anılar biriktirdim. Yeni arkadaşlar ve yeni hobiler edindim. Okul kulüpleriyle gezilere katıldım. Farklı şehirler gördüm ve yeni dünyalar keşfettim. Mersin'de geçen hayatım o kadar küçük geldi ki neden daha önce Mersin'den farklı bir yer görmediğimi sorguladım. Ancak buna verecek bir cevabım yoktu.
Lise kafasından çıkmak ve ergenliğin deli sarhoşluğundan kurtulup yetişkinliğe adım atmak çok farklıydı. Buradayken büyüdüğümü hissediyordum. Eğer Mersin'de okusaydım lisenin devamı gibi olacaktı her şey. Asla gerçek bir üniversite deneyimi yaşayamayacak ve sığ bir düşünceyle aynı şehrin içerisinde lisenin devamı niteliğinde bir hayata mahkûm olacaktım. Ancak üniversite bambaşka bir deneyimdi ve gerçek hayatın bir provasıydı. Yurtta kalanlar belirli kurallara uyar ve topluma ayak uydurmayı öğrenirdi. Benim gibi yurtta kalmak yerine eve çıkmayı tercih edenler de bir evi idare eder ve kendi kendine yetinirdi.
Yurtta kalmadığım için birkaç arkadaşla eve çıkmıştım. Bu sayede gerçek dünyayla tanıştım. Eğer burada kalsaydım kendi ayaklarımın üzerinde durma cesareti gösteremeyecek ve kabuğumdan çıkamayacaktım. Yine kendi kendime mırıldanıyorum.
"Sen bana iyi geldin Eskişehir ve ben seni şimdiden çok özledim."
Bir yıl öncesine kadar annemle ve Mersin'le dolu olan anılarım geldi gözlerimin önüne. On yedi yaşındayken ayrıldığım bu şehri bir kez daha arkamda bırakmaya hazırdım. Eve döndüğümde eşyalarımı valizime tıkıştırdım ve bir yılda ne kadar çok şey yaşadığımı düşündüm. On sekizinci doğum günümü başka bir yerde geçireceğimi düşünemezdim. Hâlbuki sadece doğum günümü değil bütün bir yılı, bana yenilikler getiren on sekizinci yaşımı uzakta geçirmiştim. Eskişehir'de bir yıl boyunca Kimya bölümünde okumuş ve hayata bambaşka bir yönden bakmayı öğrenmiştim.
Okul bitince buraya dönmek zordu. Şimdi geçen yıllara ait anıları hatırlıyor ve en çok da babamı özlüyordum. Hissettiğim özlemi Mersin ile beraber arkamda bırakmak için eşyalarımı alıp evden çıktım. Otogara gittiğimde sadece on yedi yaşımı, annemi ve Mersin'i değil; aynı zamanda babamı, evimi ve güvenli çocukluğumu da arkamda bırakıyordum. On sekiz yaşında genç bir kız olarak geri döndüğüm şehri yakında on dokuz yaşına girecek biri olarak terk ediyordum. Her geçen gün biraz daha büyürken yeni yaşımı geçireceğim Eskişehir'e dönüyorum.
Arkamda bıraktığım çocukluğum, evim ve gençliğimin ilk yıllarına dair anılar silikleşirken benimle beraber büyüyen şehri düşündüm. Yeni evim bildiğim Eskişehir'e dönmek için heyecanlıydım. Burada gerçek hayata hazırlanıyor ve kendime yetmeyi öğreniyordum. Yetişkinliğe adım atarken yalnız değildim elbet. Birkaç arkadaş bulup ayrı eve çıktığım da oldu, ev arkadaşlarımla anlaşamayıp başka eve taşındığım da. Öğrenciliğin ne olduğunu, üniversite anılarının kıymetini ve hayata dair pek çok tecrübeyi sen de öğrendim Eskişehir.
Bu yıl yeni yaşımla birlikte Kimya ikinci sınıfa başlamanın heyecanıyla geliyorum sana. Bu sefer geçmişini ardında bırakıp da sana sığınan bir çocuk olarak değil, büyümeyi sen de öğrenen bir genç olarak geliyorum sana. Ben yaşamayı çok sevdim Eskişehir. Ben sen de yaşamayı çok sevdim. Seni sevdiğim gibi sen de beni sev ve lütfen bana iyi davran.
Okuduğunuz için teşekkürler!
Ziyaretçilerimize Reklamlar göstererek Inkspired’ı ücretsiz tutabiliriz. Lütfen AdBlocker’ı beyaz listeye ekleyerek veya devre dışı bırakarak bizi destekleyin.
Bunu yaptıktan sonra, Inkspired’i normal şekilde kullanmaya devam etmek için lütfen web sitesini yeniden yükleyin..