lacrimosam_ Mert Aydın

Süveyda; tertemiz kalbinin ortasındaki kara leke, bilinmezlik makamı... Adem ile Havva'nın yediği yasak meyvenin günahıyla doğan bir bebeği nasıl temizleyebilirdik? Soğuk bedenlerden akan su mu günahkar bedenleri arındıracak? Anne rahmine düştüğü ilk an mıydı insanoğlunun başlangıcı? Peki ya sen... Ne idin sen söyle! Bir kış gecesi bileklerinden akan taze kan mıydı senin başlangıcın? "Sen benim Süveyda'msın." dedi yavaşça tuttuğu elimi kalbine götürerek. "Kalbimdeki öyle bir noktasın ki tüm varlığın en büyük günaha dönüştü." Cihanı Fethedecek Kılıç'ın Hikayesi...


Fiction adolescente Tout public.

#aşk #boys #boyslove #bxb #genç #gerilim #intikam #karanlık #mafya #masum #masumiyet #romantik #romantizm #sessizlik #sevgi #siyah #taksi #tutku #çığlık #ölüm #şehvet
8
11.1mille VUES
En cours - Nouveau chapitre Toutes les semaines
temps de lecture
AA Partager

Mukaddime

6 Ocak 1998

Anne rahmine düşmemizle başlayan yolculuğumuz toprağa kavuşmamızla son bulurken her yitip giden insanın ardından bir doğum gerçekleştiği söylenirdi. İnsanoğlunun ilk çığlığı ölümle gerçekleşmemişti, insanoğlunun ilk çığlığı doğumla gerçekleşmişti.

Yağmurlu bir günde gök gürültüsünün haykırışlarına kadının derin derin nefesleri ve çığlıkları eşlik ediyordu. Hastane koridorunda yayılan çığlıkları duyan adam daha fazla dayanamadı ve ellerini kahverengi saçlarının arasına aldı, yüzünü yere eğdi. Gözlerini kapadı, bildiği duaları sırasıyla okurken bir haykırış sesi daha duydu. İçi titremişti adamın; endişeliydi, korkuyordu. Zihni düşüncelerinin esiri olmuştu, aklına gelen her kötü ihtimalde gözlerini daha sıkı yumdu; ellerini daha çok sıktı.

Zaman göreliydi o anlarda; kimine göre yavaş kimine göre hızlı adama göre ise durmuştu... Adam usulca ellerini avuçları arasından çekti ve refleks olarak ayağını hafif bir ritimle sallarken kapıya doğru baktı. Eş zamanlı olarak kapı açıldı ve elleri hafif yukarıda duran doktor gülümseyerek adama doğru yaklaştı.

Adam olduğu yerden hızla ona ilerleyen doktora doğru gelirken duymak istediği cevabı içinden tekrarlıyordu.

"Gözünüz aydın, bir kızınız oldu." dedi içten bir şekilde gülümseyerek ve sözlerine devam etti. "Eşinizin de durumu gayet iyi."

Adam gülümsedi sonra kaşlarını çattı ve sordu "Oğlunuz demek istediniz herhalde?"

Doktor başını mahcup bir şekilde olumsuz anlamda iki yana salladı ve "Ultrasonda yanıltmış bizi ufaklık, bir kızınız oldu." dedi.

Bu cümle karşısında şaşırdı adam ama şaşkınlığı kısa bir süre sonra kahkahayla taçlandı. Endişelerinin yersiz olmasına seviniyordu, eşi sağlıklıydı ve bir çocuğu olmuştu.

Gözleri tam açılmamış, elinde eldiveniyle usulca uyuyan kızını kucağına aldı genç adam. Önce yorgun düşmüş eşine gülümseyerek baktı, ardından da kızına.

"Cihan olarak kalsın ismi, öyle bir kız çocuğu olsun ki bu cihana sığmasın." dedi.

GÜNÜMÜZ

Yağmur şiddetini hızla arttırmaya başlamıştı, kapı rüzgarın esiri olmuş bir şekilde ileri geri hareket ediyordu. Omzumdaki beyaz kareli bezi alıp masayı silerken bir yandan da pencereden dışarıyı izliyordum. Kahverengi paltosunu kafasına kadar çekmiş adam yağmurdan korunmaya çalışırken adımlarını hızlandırmıştı. Adam görüş alanımdan hızla çıkarken, küçük kırmızı montlu bir kız çocuğunu ıslanmasın diye şemsiyenin altına çekiştiren genç bir kadın görüşümdeydi. Bir yandan kızını çekiştiriyor bir yandan da omzundaki çocuk çantasını düzeltmek için küçük çaplı hamleler yapıyordu. Okuldan eve gidiyorlardı belli ki, kız çocuğunun ıslanmayı umursamaz tavırlarına su birikintisine zıplaması eşlik ederken annesi olduğunu tahmin ettiğim genç kadın adımlarını daha da hızlandırdı. Yüzeyinden su damlaları birer birer kayan pencere camımdan bu manzaraya gülümsedim.

Tüm masaları sildikten sonra ufak hareketlerle boynumu esnettim ve elimi saçlarımın arasından geçirdim. Yorulmuştum, ön tarafın ışıklarını söndürdüm ve kapıda asılı duran mavi renkli pembe yazılı 'AÇIK' yazısını 'KAPALI' yazısı ile değiştirdim.

Kasanın yanındaki sarı ışık etrafı loş bir şekilde aydınlatıyordu, kahverengi tahtadan masalara eşlik eden tahtadan sandalyeler karanlığın hükmü altındaydılar. Kasanın hemen karşısında duran ikişerli şekilde dizilmiş dört adet pencereye bakan yeşil renkli koltuklar ise loş ışığın altında nostaljik bir görüntü oluşturuyordu. Bir senedir bu kafede çalışıyordum ve artık öyle bir noktaya gelmiştim ki bu kafenin her yeri zihnime kazınmıştı. Her bir detayını, her bir eşyasını ayrı ayrı seviyordum. Özellikle de ön tarafın duvarını boydan boya kaplayan kütüphane bu dünyadaki en eşsiz manzaralardan biriydi benim için.

Bu kafede tek anlamlandıramadığım yer kapının karşısında boş duran boyası epeyce yıpranmış, yer yer de çatlakları olan duvardı. Ozan'a ne kadar ısrar etsem de ne boyatmaya yanaşmıştı ne de herhangi bir tablo asmama izin vermişti. Ozan bu kafenin sahibi aynı zamanda da benim en yakın arkadaşımdı. Ailesinin vefatından sonra uzunca bir süre bu kafe kapalı kalmış, Ozan belli bir yaşa gelip üniversitesini bitirince de bu kafeyi tekrardan düzenleyip işletmeye başlamış.

Yağmur hafiflediği sıralarda kafenin kapısı açıldı ve Ozan kısa bir süre duraksadıktan sonra sağ ayağı ile içeri girdi. Montuna iyice sarıldı ve ellerini omuzlarına sürttü ısınmaya çalışmak için. Masalara teker teker baktı, uzaklaştı ve eğilerek bir daha baktı. Bu hareketini tüm masalar için yaptı, ardından da bir iç geçirip sandalyeleri düzeltmeye başladı. Ön tarafın ışığını açtı ve montunu çıkardı. Ben ise yüzümde hafif bir gülümsemeyle onu takip ettim ve hafifçe duvara yaslanıp Ozan'ı izlemeye devam ettim.

"Cihan, yağmur hızlanmadan git." dedi, son sandalyeyi düzeltirken. Eliyle askılığı gösterdi ve montunu bana doğru uzattı. "Asabilir misin, askılığın yanındaki şemsiyeyi de al, ıslanma."

Siyah montunu alıp askıya astım, askıda asılı olan kabanımı aldım ve dediğini yapıp şeffaf şemsiyeyi aldım. Krem kabanımı üzerime giyerken "Masaları sildim, Şükrü'nün mamasını koydum ve saat tam beşte çiçekleri suladım." dedim.

Yuvarlak kemik gözlüklerini düzeltti ve tek kaşını kaldırıp bana baktı. Gözlerini birkaç kez kırptı, ardından da iç geçirip "Masaları kaç kez sildin?" dedi.

"Üç."

Kollarını göğsünde birleştirdi ve "Yemin et." dedi.

Elimi başıma koydum, ve güldüm. Kafamı iki yana salladıktan sonra onu taklit ederek kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Yemin ederim."

Kafasını şüpheli bir şekilde salladı, ben de gülümseyerek onu rahatlatmaya çalıştım.

Kapıya doğru yöneldiğim sırada Ozan'ın sesiyle durdum. "Cihan..."

"... şey ben sandalyelerin hepsini düzelttim değil mi?"

Rutine dönen bu diyaloğumuz ve bizi biz yapan alışkanlıklarımızla geçirdiğimiz bir senenin hatırına içtenlikle gülümsedim.

"Ozan sen masaları ve sandalyeleri kontrol ederken sürekli seni izledim ve birini bile unutsaydın emin ol ki söylerdim. Güven bana, hepsi olması gerektiği gibi."

Kemik gözlüklerini düzeltti, gözlerini olması gerektiğinden daha hızlı bir şekilde birkaç kez kırptı ve saçlarını karıştırıp mahcup bir şekilde bakışlarını yüzüme çevirdi. Elimi kapı kolundan çekmeden onu izlemeye devam ettim ve sonunda kelimler tane tane ağzından döküldü.

"Yarın görüşürüz, eve gidince haber et."

Kapının kolunu aşağı indirdim ve eş zamanlı olarak ona cevap verdim. "Görüşürüz."

Yağmur dinmemişti ama şiddetini hafifletmişti, şemsiyemi açtım ve yavaş adım yürümeye başladım. Acelem yoktu, sanki her adımımı ilk defa atıyormuş gibi keyfini çıkarmak, baktığım her yeri ilk defa görüyormuş gibi bakmak istiyordum. Derin nefesler alıyor yağmurun ıslattığı toprağın kokusunu içime çekiyordum. Yolun ortasında duran ve ıslanmış tüylerini silkeleyen köpeğe gülümsedim. Güzeldi, huzurluydu geçtiğim sokaklar. Her gün gördüğüm çiçekçi dükkanı kadar huzurluydu ya da gözümü alamadığım mavi boyalı ev kadar güzeldi.

Yağmurun hızlanması ile adımlarımı senkronize olarak hızlandırdım. Bir elimi kabanımın cebine koydum, diğer elimle şemsiyeyi sıkıca tuttum. Şemsiyem rüzgardan dolayı ara sıra ters döndüğünde kaşlarımı çatıp her defasında düzelttim. Sokağımızın köşesindeki kitapçı bugün erken kapatmıştı. "Vera Kitapevi" yazılı hafif yazısı silinmiş tabela rüzgarla birlikte sallanırken arkamda kalmıştı.

Kahverengi sokak kapımızı anahtarımla açtım, şemsiyemi kapatıp hafifçe silkeledim ve kapıyı kapattım. Ozan'a evde olduğuma dair bir mesaj attıktan sonra zili çaldım. Anahtarım elimde bir şekilde annemin beni karşılamasını bekliyordum. Bu benim en sevdiğim rutinimizdi, kapı açılırdı ve adeta bir melek bana gülümsüyor olurdu.

"Hoş geldin, kızım." dedi, gülümseyerek.

"Hoş bulduk anneciğim."

Çok geçmeden babam da gelmişti, beraber akşam yemeğimizi yemiştik. Birbirimize günümüz hakkında bilgi vermiştik. Babam işe geri dönmüştü, annem ise erkenden uyumuştu. Babam taksiciydi ve geceleri çalışıyordu. Her gün düzenli olarak akşam yemeklerini beraber yemek için eve gelir, çok duramadan işe dönerdi. Tabii taksi durağının sokağımızın köşesinde olması babamın işini daha da kolaylaştırıyordu.

Yarısı açık olan beyaz tülümü tamamen açtım, ay ışığı karanlık odamı zayıf bir şekilde aydınlatırken yatağıma girmiştim. Yastığımı biraz kabarttım ve gözlerimi ovuşturdum. Komodinimin yanında duran masa saatine baktığımda gece yarısına az kaldığını gördüm. Akrebin yelkovanı kovalarken çıkardığı melodik sesin verdiği huzurla usulca gözlerim kapanırken, ruhum bedenimle olan bağlantısını zayıflatmıştı.

Alarmın tiz sesi odaya dolarken bilincim yerine gelmeye başlamıştı. Sabahın ilk ışıkları penceremden bir balerin gibi süzülürken tozların etrafta usulca uçuştuğunu gözler önüne seriyordu. Yatağımda hafifçe gerindim ve elimi başıma koyup bir süre daha tavanı izledim.

Zorunluluğun verdiği hisle kendimi hazırlanırken bulmuştum. Son bir kez gerindim, dolabımdan rastgele bir pantolon ve bir kazak alıp üzerime geçirdim. Saçlarımı da at kuyruğu yapıp aynada son kez üzerimi düzeltip odamdan çıktım.

Bugün hava düne göre güneşliydi, kabanımın ceplerine ellerimi sokup yürüyordum. Kafe ile evimin arası yürüme mesafesindeydi, geçtiğim sokakları seviyordum. Hepsinin kendine has bir hikayesi vardı, hepsi tanıdıktı bir o kadar da yabancıydı. Yürürken gülümsediğimi fark ettim, rutine dönen hayatımın bana karşılıksız verdiği huzur şarabından doya doya içiyordum. Arsızlık mıydı bu?

Bugün altı ocak, hissettiğim sızıyla yakarışımın ilk günü. Aldığım nefesle birlikte ciğerlerime dolan havanın etkisiyle akan gözyaşlarımın ilk günü. Islak bir o kadar da yapışkan bedenimin anne rahminden ayrılıp dünyaya açılan kapıya adım attığım ilk gün. Anne sütüyle birlikte dünyayı tattığım ilk gün ve şimdi... Şimdi elini kabanına atmış bir genç kadındım. Bir zamanın küçük kız çocuğu şimdinin genç kadını...

Rüzgar usulca tenimi okşarken, merdivenleri iniyordum. Bu yola dair sevmediğim tek şey bu merdivenlerdi, ne yaptıysam sevememiştim. Söylenerek indiğim merdivenlerden hemen sonra sola döndüm ve karşımdaki kafeyi görmemle birlikte gülümsedim.

Tanıdık kahve kokusu kapıyı açmamla birlikte bana eşlik ederken bir anda duyduğum sesle birlikte irkildim.

"İyi ki doğdun!"

Ozan'ın elinde tuttuğu pastanın üzerindeki mumlar yavaştan erimeye başlamıştı, hızla ve heyecanla yanına doğru adımlarımı yönelttim ve mumları üfledim.

Pastayı incelerken ufak bir kahkaha attım ve Ozan'a bakıp "Şaka yapıyorsun." dedim.

İştah açıcıydı elinde tuttuğu doğum günü pastam, lilaya kaçan şeffaf jölenin altında beyaz kreması en an alt zeminde ise bisküvi parçaları vardı. Pastaya yaklaştığımda aldığım kokuyla beraber daha da güldüm. "Lavanta kokuyor bu!"

Ozan gülüşüme karşılık verirken başını olumlu anlamda salladı. Elinde tuttuğu pastayı tezgahın üzerine bırakırken elini kaldırıp bir dakika anlamında işaret parmağını kaldırdı. Onun bu heyecanlı hallerini izlemek beni daha da keyiflendirmişti. Kırmızı kareli oduncu gömleğinin yakasını düzeltti ve kasanın yanında duran tek sayfa karton menülerden birini alıp yanıma geldi. "Tatlılar kısmına bak." dedi çocuksu bir heyecanla, yerinde duramıyordu.

Başımı iki yana salladım ve dediğini yaptığımda gözlerim iyice açıldı. Bir kez daha okudum ve Ozan'a baktım. "Ciddi olamazsın."

"Doğum günün kutlu olsun, Ballı Çöreğim."

Aylar önce ona internette gezinirken bir tarif göstermiştim. Menüye koymak için ısrar ettiğimde beni çok ciddiye almamış ve başından savmak için "Bakarız." demişti. Oysaki bana cheesecake tarifi ve lavantanın kokusunun birleşimi enteresan bir o kadar da huzurlu gelişti. Şu an ise karşımda duran doğum günü pastam ve menüde yazan "Cihan'ın Pastası - Lavantalı Cheesecake" yazısı beni o kadar mutlu hissettirmişti ki...

Ozan'a sımsıkı sarılmak istiyordum, heyecanla anlık bir adım atsam da duraksadım ve heyecanımı kontrol altına aldım.

"Hemen geliyorum."

Koşar adım arka kısma geçip lavaboya yöneldim. Sabunla elimi köpürtürken bir yandan da içimden sayıyordum.

Bir... yıka...

iki...yıka

ve üç...

Ellerimi hafif savurduktan sonra peçete ile kuruladım ve Ozan'ın yanına heyecanla döndüm. Cebimdeki dezenfektanı çıkardım ve üç kez avucuma sıkıp iyice ovaladım. Ellerimi yukarı kaldırdım ve Ozan'a hitaben "Üç kez yıkandılar, dezenfekte edildiler." dedim, gülümseyerek.

Ozan sıcacık gülümsemesiyle kollarını iki yana doğru açarken ben de kolları arasına girdim ve ona sımsıkı sarıldım. Bir yandan da boğuk çıkan sesimle "İyi ki varsın." dedim.

Tezgahın arkasındaki beyaz bardakları sırayla kahverengi raflara dizdiğim vakitlerde Ozan kapıdaki yazıyı çevirdi ve kapıyı sonuna kadar açıp altına küçük bir tahta parçası sıkıştırdı. Bardakları dizdikten sonra kasanın yanında duran menüleri de hepsi aynı hizada olacak şekilde düzelttikten sonra Ozan'a bakıp gülümsedim. Kırmızı oduncu gömleğinin yakasını ara sıra düzeltiyor burnunun ucuna hafifçe düşen gözlüğünü ise eliyle ittiriyordu. İki elini başının arkasında birleştirdi ve etrafa son kez göz gezdirdikten sonra tezgahın önünde duran tahta taburelerden birine oturup ellerinin arasına başını koyup gülümsedi.

Gözleri beni bulduğunda bana doğru göz kırptı, ben de ona doğru göz kırpıp gülümsedim. Parmak ucunda raflardan birine uzanıp beyaz bardaklardan birini aldım ve yarısına gelecek şekilde cam kahve demliğinden filtre kahve koydum. Başımı iki yana salladım kalan yarısını sütle doldururken. Ozan'a doğru kahveyi uzatacağım sırada "Vanilya şurubu da koyar mısın?" dedi.

Kaşlarımı çatıp bir pompa kahvenin içine vanilya şurubunu boşaltırken "Kahveye yaptığın bu eziyetten dolayı yargılanacaksın Ozan." dedim.

Kahvesini ona doğru uzatırken omuzlarını silkti ve bir yudum kahvesinden içip bana dil çıkardı.

Omzumdaki bezi tezgaha koydum, sütü ısıttım ve ileri geri hamlelerle desen oluşturduktan sonra iki numaralı masaya götürdüm. Kafe her zamanki gibi yoğundu, kalabalığın seslerinin birbirine karışmasını seviyordum. Kimi bilgisayarını almış, kulaklığını takmış ders çalışıyordu. Kimi ise arkadaşına hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Mesela üç numaralı masadaki sarı saçlı kadın dalgın bir şekilde kahvesinden bir yudum alırken pencere camından etrafı izliyordu, bir eliyle başını desteklerken. Hemen yanında duran duvardaki boydan boya kütüphanenin önünde ise bir kadın ve erkek vardı. Saçlarını topuz yapmış kadın, orta raftan bir kitap çıkardı ve adama doğru uzattı. Adam kitabın sayfalarını incelediği sırada kadın adama yönelik bir şeyler anlatmaya devam ediyordu.

Saatler birbirini kovalıyordu, kafedeki yüzler değişiyor kahkahalar ise aynı kalıyordu. Güneşin konumuna göre kafeye süzülen ışığın değişkenliği her saat için yeni bir manzara oluşturuyordu. Kafeden içeri giren tanıdık yüze başımla selam verdim.

Beyaz uzun gömleğinin içine ellerini koymuş bir şekilde tezgaha doğru yanaştı, bir yandan da etrafa birini arar gibi bakınıyordu.

"Hoş geldin."

"Hoş buldum, double espresso alabilir miyim?" dedi.

"Demir, hoş geldin." dedi, Ozan memnuniyetle.

Demir'e kahvesini uzatırken "Nöbetin var mı bugün?" diye sordum.

Başını salladı, "Bir saatlik uykuyla duruyorum." dedi.

Ozan tezgahın arkasındaki saate baktı "Cihan bugün erken çık, doğum günün." dedi.

"Olmaz daha çiçekleri sulamadım."

Tezgahın arkasına gelip omzumdaki bezi alırken elleriyle de beni ittiriyordu. "O iş bende. İtiraz istemiyorum."

---

Kapıyı çaldığımda kollarımı göğsümde birleştirip beklemeye başladım. Her seneki gibi rutinimiz bozulmamıştı, babam işe gitmeden önce annemin yaptığı pasta ile doğum günümü kutlardık. Kapı açıldığında annem elinde tuttuğu pasta ile bana sıcacık gülümsediği sırada babam ise ellerini iki yana açmıştı ve başına taktığı süs şapkası öne doğru biraz kayarken "İyi doğdun, güzel kızım." dedi.

Kremşanti ile olabildiğince kusursuz kaplanmaya çalışılmış pastanın üzerindeki mumlar eriyordu, ilk önce anneme sonra babama baktım ve gülümsemelerine karşılık verdim. Rüzgar ateşi sağa sola dans ettirip kendini hatırlattığı sırada gözlerimi kapadım ve mumları üfledim. Dilek dilemek istemiştim ama sabah da şimdi de mumları üflerken hayal gücümün ne kadar zayıf olduğunu fark ettim. Ya da bilmiyorum belki de hayatımda istediğim her şeye sahip olduğum için bir dilek daha dilemek doyumsuzluk gibi geldi.

Sevgi ile büyümüş bir kız çocuğuydum, düştüğümde yaramı üfleyip pansuman yapan bir ailem vardı. İlk adımlarımı atarken elimden tutmuş, ilk sözlerimi söylerken benimle beraber telaffuz etmişlerdi usulca. Sevginin ne olduğunu da sevmenin ne olduğunu da iyi biliyordum onlar sayesinde.

Ayakkabılarımı çıkarıp içeri geçtiğim sırada annem pastayı bir kenara koydu ve sarıldı. Babam da peşi sıra annemi takip etti ve sarılırken elindeki kutuyu bana doğru uzattı. Kırmızı kutuyu açtığımda içinden bir tane gümüş ucunda Dünya resmi olan bir kolye çıkmıştı. Gülümsedim, kolyeyi usulca okşarken.

"Benim güzel kızım, iyi ki doğdun tekrar."

---

Akşam yemeği için sofraya oturmuştuk. Annem bugün çok yorulduğundan, yağmur yüzünden yeni sildiği camları tekrar silmek zorunda olduğundan epeyce bir şikayet etti. Üstelik hızını alamayıp boyunun kısa olmasından dolayı perdeleri bir türlü takamadığı için babama söylenip durdu. Babam başını iki yana sallayıp gülerken ağzına bir lokma ekmek atmıştı. Bense bana yeni alınmış kolyeye ara sıra göz ucuyla bakıyordum.

Yemek faslı bittikten sonra annem çayı koymak için kalktığında babam kolundan tutup "Dur, sen bugün çok yorulmuşsun ben koyarım." dedi.

Babam ayağa kalktığı sırada bir anda duraksadı ve elini başına koyup hafifçe eğildi. Yüzündeki gülümseme silindi, benzi yavaşça sarılaştı. Başına koyduğu eli hafifçe titrerken dudaklarının da renginin morardığına şahit olduk. Kalktığı yere hafifçe tekrar oturduğu zaman annem ve ben an denecek kadar kısa bir sürede sandalyelerimizden babamın yanına korkuyla geldik. Annem bir yandan "İyi misin?" diye sırtını sıvazlarken ben de hızla bir bardak su koyup babama uzattım. İçimde tarif edilemez bir korkuyla babamın her hareketini dikkat kesilmiş bakıyordum. O ise sessiz bir şekilde titreyen elleriyle başını tutuyor ve derin derin nefes almaya çalışıyordu.

"Kolonya getireceğim." diyen annemi başımla onaylarken babamla bir yandan da iletişim kurmaya çalışıyordum. Boşta kalan titreyen elini tuttum ve bana bakmasını sağladım.

Şakaklarına ve bileklerine biraz kolonya sürerken babam biraz daha iyi olmaya başlamıştı. En azından yüzünün rengi yerine gelmişti. "İyiyim, iyiyim. Tansiyonum düştü herhalde."

Kolundaki saate baktı ve "Bana müsaade, işe geç kalmayayım." dedi.

Hemen ona karşı çıktım. "Baba bu halde ne işi, ben senin yerine çıkarım taksiye."

Kafede işe başlamadan önce babam çok yorgun olduğu zamanlar onun yerine birkaç kez taksiye çıkmışlığım vardı. "Olmaz kızım, bugün senin doğum günün hem."

Tam ayaklandığı sırada yine kötü oldu ve kalktığı gibi oturdu. Ben de bunu fırsat bilerek son kez bastırdım. "Baba lütfen, daha ayağa kalkamıyorsun."

Israrlarım sonucunda kazanan ben olmuştum. Bir sürü tembihle beraber durağa gönderilmiştim. Üzerime bana biraz bol olan bir ceket giymiştim, saçlarımı ise topuz yapıp şapkamın içerisine saklamıştım. Yanıma biber gazımı da aldıktan sonra ilk adrese doğru yola çıkmıştım.

"Lavanta sokak, numara..." diye içimden tekrar ediyordum.

Sokaklar git gide ıssızlaşmıştı, etrafta kimse yoktu. Yol tahmin ettiğimden ve bana söylenilenden çok daha uzun çıkmıştı. Her geçtiğim sokağın ismine bakıyordum ama görünürde 'Lavanta Sokak' yoktu. Telefonumun haritası sola doğru gitmemi söylediği sırada ıssız sokağı taksinin farları aydınlatıyordu. Daha önce hiç gelmediğim, hiç görmediğim bu yerler beni tedirgin etse de soğukkanlılığımı korumalıydım. Şapkamı bir kez daha düzelttim ve dar harabeyle dolu sokaklardan geçince sonunda hedefime ulaştığımı gördüm. Sokakta kimsenin olmaması beni şaşırtmıştı, gözlerimi kısıp biraz daha etrafa bakındım ve güçlü bir ses duymamla irkildim. Direksiyonu sımsıkı tuttuğumda duyduğum sesi idrak etmeye çalışıyordum. Neydi bu? Birileri havai fişek patlatıyor olmalı. Evet, evet kesinlikle böyle olmalı. Sakin ol, Cihan.

Alnımdan akan terleri sildim ve hızla geldiğim yönde gerisin geri gitmeye başladığım vakit aksayarak bana doğru gelen bir siluet görmemle beraber ne yapacağımı bilmez bir şekilde donakaldım. Hayatımın en büyük sınavı şimdi başlıyordu; yardım mı etmeliydim yoksa onu kaderine terk edip basıp gitmeli miydim?

20 Février 2023 22:57 6 Rapport Incorporer Suivre l’histoire
3
Lire le chapitre suivant Leyl

Commentez quelque chose

Publier!
Dila Atman Dila Atman
Başarılar diliyorum! Birbirimize destek olabilir miyiz? Yeniyim ♡ birbirimizi takip edip bölümlerimizi oylayabiliriz
December 27, 2023, 09:17
Dila Atman Dila Atman
Başarılar diliyorum! Birbirimize destek olabilir miyiz? Yeniyim ♡ birbirimizi takip edip bölümlerimizi oylayabiliriz
December 13, 2023, 22:25
İlayda Yavuzoğlu İlayda Yavuzoğlu
Kitaplarıma şans verir misiniz? Karşılıklı beğeni ve takip yapabiliriz. Sizde ne kadar bölüm varsa o kadar oy atın ben de dönerim
December 10, 2023, 22:52
~

Comment se passe votre lecture?

Il reste encore 3 chapitres restants de cette histoire.
Pour continuer votre lecture, veuillez vous connecter ou créer un compte. Gratuit!